MARINEROS SEYİR DEFTERİ - KAÇAK SEYİR


    KAÇAK SEYİR 1
    Kış uzun sürünce… bizim Marineros tayfasını kurtlar basınca... Enes de Ayvalık’tan bir tekne alınca… Eski bir klasik yaşandı tabi ki. Yine hoop Ayvalık Setur Marina’dayız. Mürettebat: Enes, Halit Abi, Metin ve ben. Daha kara yolunun yarısındayken, bizim Gurbetçi Marineros tayfası Tarık’la bağlantı kuruldu, Edremit Ayvalık sapağında buluşunuldu. Ee bayan marineros tayfası da olmayınca, alış veriş işi de başa düştü tabi. Yaklaşık olarak, onların onda biri zamanda tüm alışverişimizi tamamlayıp, marinaya girdik. Marineros filosuna yeni katılan “Zeyno” ( Algomar, Karia 31) prensesiyle tanıştık. Bir kaç saat Zeyno’nun kurcalamadık, karıştırmadık tarafını bırakmadıktan sonra gece soframızı kurduk. Tarık'ın Ayvalık'taki Abisi Deniz’in de katılımıyla güzel bir geç saat akşam yemeğinden sonra, gece 01’e doğru palamar botunu çağırdık. Gerçi marinadan bal gibi de çıkardık ama, maksat burjuvalık olsun işte. Enes'le ve bu kez Halit Abi’yle de herzamanki rota tartışmalarıyla Cunda’nın üç kapılı fenerlerininin arasından sıyrılıp çıktık. Ege’nin derin sularına ulaşınca, ohh herkeste bir rahatlama… Bu arada gecenin bu sabaha devrilen saatlerinde, ya da mevsimin bu sezon dışı zamanında, Posseidon sanırım bizi hiç beklemiyordu. Ha haa nasılda atlattık. Böyle olur Marineros’un intikamı… Ancak yine Midilli’ye yapışarak geçtiğimiz için, Yunan Sahil Güvenli'ğini atlatamadık tabi. Sancağımızdan gelip, projektörlerini gözümüze gözümüze çaktılar ama bizim projektörümüz olmadığı için ve büyüklüğün bizde kalması gerektiği için, hiç muhattap olmadık. Yüz bulamayınca çekip gittiler yine. 

    Sabaha kadar Enes ve ben dümen vardiyasındaydık. Yeni günü, denizin ortasında karşılamak… Dünyadaki en huzurlu işlerden biri. Güneş doğduktan sonra, Enes’le Halit Abi nöbet değişti. Deniz halâ palpa liman. Meğersem Posseidon efendi benim yatmamı bekliyormuş. Güneş iyice yükselirken bizi gördü. Kamaranın içinde hoplayıp, zıplarken, kafamı sağa sola vururken, fazla uyuyamadım tabi. Uyuma inadım en fazla bir iki saat sürdü. Sonunda kalkıp havuzluğa çıkınca, her yandaki dalgalar, poyrazın bembeyaz dişleriyle bana sırıtıyotdu. Bu tehlikeli ve beklenmeyen bir durum değildi elbette. Ancak beklenen saatten biraz erken gelmişti. Altımızdaki on metrelik Zeyno, bizi böyle bir havada orsa seyriyle Çanakkale Marina’ya rahat rahat götürebilirdi. ancak gece 01’den öğlen 13’e kadar, 12 saat seyir yapınca, bizim piller bitti ve yine Yeniköy Barınağı’na sığındık. Bir balıkçı teknesine aborda olup taze balık, kalamar ya da ahtapot beklentileriyle yaptığımız araştırmalar boşa çıkınca, Metin de dalıştan eli boş dönünce, kalamarlar sosise dönüşüp, sandviçlerin içine girdi.

    Yeniköy Barınağı bu mevsimde mahrumiyet bölgesi. İnternet yok, televizyon hiç bir kanalı çekmiyor. Biz de mecburen oturup rakı içtik, muhabbet ettik.











    KAÇAK SEYİR 2
    Her zamanki gibi zamansızlık sorunu yüzünden ve tabi Windguru ile Posseidon’dan aldığımız hava raporları gereğince, yaptığımız “istişareler” sonucu, bu kez -Abide'yi gece selamlamaya- karar verdik. Tabi ki de, yine bir Marineros klasiği ; denize açılıyoruz ya, bizi ilgilendiren kısmı o kadar. Sonraki durak neresi, nereye kadar gidilecek, nerede mola verilecek… Yok öyle bir karar.
    Ege’den Marmara’ya, yani Çanakkale Boğazı'n...ı gece tırmanmak, hepimiz için en zor “level”lardan biriydi. Haliyle o gemi trafiğinde durum aynen şöyle oldu; bir kişi sancak baş ve kıç omuzluk kontrol görevlisi, bir kişi iskele baş ve kıç omuzluk kontrol görevlisi, bir kişi dümende chartplotter ve otopilot görevlisi, bir kişi de kamarada kısa süreli ısınma ve dinlenmede.

    Bu arada ters akıntı nedeniyle seyir hızımız 2,5-3 knot’a düşse de, biz araba kovalayan sokak kuçuları gibi koca gemileri korkutmayı başardık. Ve tabi ki Abide'yi bu kez gece selamlamanın mutluluğu bambaşkaydı. Gemi yolundan çıkıp, Avrupa yakasına iyice yaklaşarak, kısmen rahat bir seyirle, sabah 06 sularında, feribotlara çalım atarak, Gelibolu Barınağı’nın daracık girişinden tekneyle bir gol attık. Gelibolu = 0 Marineros =1. 

    Barınağa girer girmez sancağımızdaki ilk tekneye aborda olduk. Palamalar bağlandı ve ben, Halit Abi’yle Enes'i göremez oldum. Sadece kamaralardan horlama sesleri geliyordu. Metin’le yedekteki mazotu depoya doldurduk. Sonrasını ben de hatırlamıyorum. Metin tekneden inmeden bende horlamaya başlamışım demek ki. Saat 9 gibi uyandığımda Çanakkale'den çıkmıştık. O arada yağmur bastırmış, rüzgar çıkmış, tam arma yelken basmışlar… Bunlar beni uyandırmaya yetmez tabi de, baş kamarada yatınca şu dalgalar kadar gıcık bir şey yok. 
    Havuzluğa çıkınca, kimseyi şaşkınlığa düşürmemek için, nereye gidiyoruz gibi saçma bir soru sormadım. Sadece Marmara Adası’na uğramak ya da direk geçmek tartışılıyordu. Önce uğramaya karar verildi. Sonra deniz çok sakin olduğu için, Marmara Denizi’ni ortasından biçip geçmeye karar verdik. Fakat hava kararırken, bütün günün yorgunluğu ile birlikte lodos üstümüze çökünce, normalde tam yeken havasında, vaz geçip Marmara Adası’na geri döndük. Saraylar Limanı’na girip, bir balıkçı lokantasının iskelesine bağlandık. Mermeriyle ünlü bir yer. Adamlar dalgakıranı bile koca koca mermer kayalarıyla yapmışlar. Kaldırımlarda insandan çok heykel var. 
    Balıkçı lokantasında, “denizden babam çıksa yerim” uygulaması yapıp, geç saatlere kadar on ton muhabbetin belini kırdıktan sonra, buraya dinlenmek için geldiğimizi hatırlayıp, yattık.














    KAÇAK SEYİR 3 

    Saraylar Limanı'nda 8-9 saatlik uyku rekorumuzu kırdıktan sonra, sabah, masaları bile mermer olan bir liman kafede kahvaltımızı yaptık. Hava raporları ve Gezgin Korsan grubundan arkadaşlar sert lodos bilgisi verince, kesin kararımız günü burada geçirip, gece yarısından sonra denize açılmaktı. Kahvaltıdan en fazla bir saat sonra ise, Ada’dan açılmış yelken trimleriyle uğraşıyorduk. Kim kararımızı değiştirtti, nasıl değiştirdik? Halâ anlamış değilim. Bildiğim tek şey, bizim bu Marineros tayfası, ben dahil tabi, biraz tuhaf. Açılırken bir de sonraki varacağımız limana karar vermiş olsak, pek sıkıntı yok aslında. Bizim pusula sadece son varış noktasını gösteriyor. Gün içerisinde şiddetli sağnak yağmur da gördük, güneşi de gördük.Bir ara rüzgar 37 knot’a çıktı. Harika yelken yaptık. Bordadaki lombozdan denizin altı görünecek kadar yatmıştık. Neyse sonuçta Marmara’nın güneyindeki bir balıkçı köyü olan Kurşunlu Barınağı’na girdik. Barınağın bir kısmı denizde çalışan ağır iş marinalarıyla dolu. Diğer tarafta da büyük balıkçı tekneleri var ama bir tane bile yelkenli ya da motor yat yok. Rüzgar altındaki bir balıkçı teknesine aborda olup, karaya çıktık. Gırgırın sahibi hemen yanımıza geldi. Tanışma, kısa bir sohbet ve köy hakkında ön bilgiler aldıktan sonra, çay içmek ve erzak takviyesi için köy içine girdik. İlk ve çok dikkatimizi çeken ; sokaktaki ve kahvedeki herkes bize bakıyor. Biz de niye bakıyorlar diye onlara bakıyoruz. Çay içeceğimiz kahvenin önüne oturduğumuzda, çevredekilerin soru yağmuru başlayınca fark ettim ki; dikkat çeken biz değil soğuk hava denizci kıyafetlerimiz. Tekneden inerken hiç birimiz kıyafetleri çıkarmayı akıl etmemişiz, köyün içinde ve kahvede (onların gözüyle) astronot gibi dolaşıyoruz. Ben de olsam kim bu tipler diye bakardım. Tabi küçük bir köyde yabancı biri olmak da büyük etken. Ve bütün köylerimizde olduğu gibi, bu insanlar da son derece sıcak ve konuksever. Rüzgarda bayrağımızın kopup gittiğini öğrenen bir bakkal kendi bayrağını bize hediye etti (Bilmeyenler için söyleyeyim; teknede bayrak çekili değilse Sahil Güvenlik para cezası kesiyor). Kahveci iskambil kağıdı hediye etti. Kamarada king ve poker oynarken birden bire aklımıza geldi. Hatta oyunu bile bitiremedik ve denize açıldık. Rüzgar 17 knot’lara kadar çıksa da, tam kafadan aldığımız için ve orsa seyriyle zaman kaybetmek istemediğimiz için, motor kuvvet gidiyorduk. Çünkü bir an önce Darıca'ya varmak istiyorduk. Otopilot’a İmralı Adası’nın 5 millik yasak bölge çizgisine teğet bir rota girdik. Herkes kamaradaydı, ben otopilot başında nöbetteydim. Ah o bir yere varış rahatlığı yok mu… Gırgır şamata derken, Enes bangır bangır bir disko müziği açınca, koca koca adamlar disco dansı yapıyorken, iskele kıç omuzluğumda siren gibi bir şey duydum. Anam anam, bir de baksam Sahil Güvenlik kıçımıza yapışmış. Uçarak gaz kestim. Sesimi duymadıkları için kamaradakilere işaretler yapıyorum. Ama onlar benim dans ettiğimi sanıyor. Sonunda anlıyorlar da herkes süt dökmüş kedi moduna geçiyor. Neyse sonuçta uslu uslu Sahil Güvenlik’le aborda oluk.Kimlikleri aldılar, sorgulama esnasında komutan soruyor :
    -Telsiziniz yok mu? 
    -Vaar
    -16’ncı kanalda mısınız?
    -Evet 
    -Yasak bölgeye girdiniz. O kadar çağrı ve uyarı yaptık, niye cevap vermediniz? 
    -....... 
    Çok anlayışsızlar ya, müziği apo bile duymuştur. Dans ediyorduk işte. 
    Bu da kapanış macerası oldu. Sonra Darıca'ya geldik. Eşler, dostların karşılaması yüzünden kendimizi yine dünya turundan dönmüş gibi hissettik. Bu seyir de bitti. Yarın Salı ve herkes iş başı.












Hiç yorum yok:

Yorum Gönder